Fırat, Kürşat gibi ölmüştü ama düşmemişti... Ölmüştü ama yenilmemişti...

Ekim sonu 2016, Ege Üniversitesi Kampüsü'nün kış öncesi son güneşli günleri. Kampüs sabah kuş sesleriyle ağırlıyor misafirlerini.
Türkiye'nin dört bir yanından gelmiş öğrenciler derslerine yetişmeye çalışıyor, kafelerden gelen müzik, yüksek sesli konuşmalar çarşıya kadar uzanıyor. Konferans, duyuru, etkinlik afişleri duvarlarda, kampüsün otobüsü 525 her zamanki gibi dolu dolu... Köşelerde kitap okuyan, sevgilisiyle dostlarıyla vakit geçiren, çimlerin üzerinde sohbet eden gençler var.
Bu öğrencilerin çoğu buralarda neler yaşandığından habersiz, haberi olanlar da yaşanılanları unutmuş hayatlarına devam ediyor.
Belki bu güzel okuldan mezun olan öğrencilerden çok azının hatırında kalacak bu kampüsün nelere şahitlik ettiği be yıllar geçtikçe de bu sayı azalacak.
Fakültelerin köşelerine saklanan sopalar, bıçaklar, topluluk odalarından çıkan tabancalar. Kampüse giren tomalar, çevik kuvvet, biber gazları, fişekler, sökülen kaldırım taşları, zincire vurulup esir alınan fakülteler, kim olduğu belli olmayan etrafta dolaşan sakallı terörist kılıklı şahıslar, helikopterlerden inen özel harekat, devirilen camları kırılan arabalar, yakılan ateşler... Duvarlarda bilmem hangi dağda gebermiş şeytan yüzlü terörist afişleri, yakılan Türk bayrakları, rehin alınan öğrenciler, siren sesleri, azgın kalabalığın yaktıkları ateşin etrafında kürdistan çığlıkları, PKK sempatizanlarının "biji serok apo" sloganları. Siyasetin yasak olduğu yerde bir terör destekçisi partinin mitingleri. Basılan sınıflar, sabote edilen dersler-sınavlar, kurulan pusular, yıldırılmaya çalışan öğrenciler, polis koruması eşliğinde derslere giren gençler, taşlı sopalı bıçaklı kavgalar, kavgalar... Bir kaos ve bu kaosun tam ortasında Fırat Çakıroğlu'nun yükselen sesi:
"Bu teröristlerle mücadele etmek kolluk kuvvetlerinin asli görevidir. Onlar bu görevi yerine getirmedikleri için biz vicdani görev olarak bunu kendimize şart koştuk ve bir şekilde mücadele etmeye çalışıyoruz. Bunu da herkes bilsin mücadelemizden yılmayacağız arkadaşlar! "
Fırat Çakıroğlu Ege Üniversitesi Tarih Bölümü öğrencisi. Geldiğinden beri yerinde duramayan, esen, çağlayan, bu kaosu durdurmaya kararlı bir genç. Terörist başı apo'nun resminin bulunduğu standı bir tekmeyle yerle bir ederek başladı bu kaosu durdurmaya. İlk eyleminde standı dağıtan Fırat büyük bir mücadelenin içinde buldu kendini. Kendi gibi bu duruma ses çıkartan arkadaşlar edindi ve bir avuç arkadaşıyla birlikte eylemler düzenlemeye başladı.
O yıllarda ülke "Çözüm Süreci" denen bir ihanetin içindeydi. Güneydoğuda teröristler hendek kazıp, savaşa hazırlanırken ülkenin batısındaki terör uzantıları üniversitelerin kontrolünü ele geçirebilmek için her türlü pisliği yapıyorlardı. Tüm bunlar olurken Rektör Candeğer Yılmaz, okul içindeki terör propagandalarına ses çıkarmıyor, hatta sempatizanların yasal olmadan üniversitenin imkanlarını kullanmalarına bile göz yumuyordu. Fırat okulun içindeki terör yapılanmasına karşı rektörlüğe, dekanlığa şikayete gidiyor geri çevrilince imza topluyor, yazılar yazıyor, eylemler, yürüyüşler düzenliyor, basının duyurmadığı basın açıklamaları yapıyor, gençleri örgütlüyor, kısaca elinden ne geliyorsa yapıyordu ...
Bir gün yine arkadaşlarıyla rektörlüğe yürüyüş için yeni hazırlıklar yaptı, sosyal medyayı kullandı, duyurusunu birçok yerde gerçekleştirdi. Büyük destek görüyor geliyor gibiydi. Yapılacak olan "Ege'de Terörist İstemiyoruz" yürüyüşü Twitter'da Türkiye'nin gündemine bile girmişti. Üniversitede olanlar anlatıldıkça destek artıyordu. Yürüyüş için gün geldi ama beklenen destek gelmedi. Bir avuç genci gören Fırat Çakıroğlu eline mikrofonu alıp o tarihi konuşmasını yaptı:
"Bu mücadeleyi 20 kişi kalsak da 30 kişi kalsak da bu şerefsizlere vatan hainlerine karşı yürüteceğiz Allah'ın izniyle."
Fırat'ın diğer ismi "Yılmaz"dı, tıpkı adı gibi yılmadı, mücadelesine devam etti. Hainler onu tanımaya tehdit etmeye ve pusular kurmaya başladı. Fırat pek etkilenmedi bunlardan, en zor günlerinde bile odasına çekilip saatlerce kitap okumakla meşgul olabiliyor sınav günlerinde onun yolunu gözleyen pkk sempatizanları olmasına rağmen hiç korkmadan dersine çalışıp sınavına giriyordu.
Fırat'ın bir de okulda sevdiği kız vardı, onun güvenliği için okulun içinde onunla konuşmaz oldu. Uzaktan bakışıp gülüşlerini bile saklamaya çalışırlardı. Kampüste sevdiğiyle uzaktan tebessüm eden Fırat ne sevdasından ne de kavgasından vazgeçti.
Bayrak yürüyüşüyle iyice dikkatleri çekmişti Fırat. Hainler onun resimlerini duvarlara asmaya başladılar.Fırat kendi resmini duvarda gördüğü zaman "nasıl çıkmışım?" diye bakıp sonra yırtardı. Durumun çok ciddi olduğunun farkındaydı ama neşesini kaybetmiyordu.
Fırat'tan önceki Okul Başkanı kaygısında haklıydı "Görevi Fırat'a devretmekten korkuyorum, o kendisini hiç düşünmüyor" diyordu.
O günlerde Fırat'ı okula gitmemesi için uyaranlar oldu ama hem formasyon derslerini hem de kendi bölüm derslerini almak için okula gitmek zorundaydı.
Şubat ayı son günleri oldu Fırat'ın. Çok üstüne gittiler o son günlerinde. Hainler sekiz kişi on kişi tek buldukları Fırat Yılmaz'a kudurmuş gibi saldırıyorlardı. Pkk sempatizanları Hdp li hainler çok korkuyorlardı, tek dolaşamazlardı okulda. Fırat'ı gören hainler hemen arkadaşlarının yanına kaçıyordu.
Bu olanlar Fırat'ın ne kadar zoruna gitse de akşam arkadaşlarını görünce yine tebessüm ediyor öfkesini çok belli etmemeye çalışıyordu.
Ve 20 şubat 2015 Cuma günü PKK lı hainler Fırat'ın kanını kampüse oluk oluk akıttılar.
Fırat göçüp gitti.
Üniversite yönetimi eğitime iki gün ara verdi.
İki gün sonra hocalar, öğrenciler hiçbir şey olmamış gibi derslere devam etti. Sanki her gün olduğu gibi sadece bir trafik kazası olmuştu iki yaralı bir de ölü vardı. Fırat'ın o güzel yüzünü televizyonda, gazetelerde görenler "yazık oldu" diyip susuyor, hayatlarına devam ediyordu. Birçok kişi sadece güzel yüzünü gördü, ülkücü olduğunu bildi. Neler yaşadığından kimlerle mücadele ettiğinden herkes bihaberdi.
21 şubat günü dağ gibi genç toprağa verildi.
Fırat toprağa verilmeden önce yakınları son kez gördü onu. Babası "oğlum gülümsüyor, göz kırpıyor" dedi ağlayarak. Aynı görüntüye başka şahitler de vardı ama konuşamıyorlardı. Fırat tebessüm eder gibiydi, yakınları feryad figan halde.
Başına gelen onca şeyden sonra bile neşesini kaybetmeyen, tebessümünü esirgemeyen Fırat Yılmaz Çakıroğlu'nun gidişi, Kürşad'ın gidişine benziyordu.
Fırat, Kürşat gibi ölmüştü ama düşmemişti...
Ölmüştü ama yenilmemişti...
(Yusuf Öztürk)
Unknown
Unknown

Bu Blogda Ara